Uluslararası toplantılarda konuşulan dillerin çeşitliliği dolayısıyla çıkan krizlerde fatura hemen çevirmenlere çıkarılıyor. ‘Tercüme Hatası!?‘ başlıklı bir kitap kaleme alan Alev K. Bulut‘a göre ise bu bir kolaycılık. Çünkü işin içinde, çevirmeni makine gibi görüp atasözleri dahil her şeyi anında çevirmesini bekleyen liderler ile spor çevirmenlerine kulübü zor durumda bırakmaması konusunda psikolojik baskı yapan takımlar da var.
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 2009 yılında Brüksel’de, sözleri karşısında başını sallayan Kıbrıslı Rum parlamenter Marios Matsakis’e “Başını salla…, aslında bizim ülkemizde tam bu duruma göre güzel bir söz var ama buraya yakışmaz” der. Çevirmen bu sözü çevirmez.
Sene 2012. Erdoğan yine uluslararası bir toplantıda… Sözlerini çeviren kadın tercümana dönerek ‘Şunu iyi tercüme et, bizim bir sözümüz var: Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’ der. Tercüman ‘eyvah’ diyerek karşılık verir.
Bir örnek de 2010 tarihli bir futbol haberinden: Galatasaray’da iki sezon giydiği 19 numaralı forması Lorik Cana’ya verilen Harry Kewell, GS TV de konu ile ilgili sorulan soruya “Yıkıldım, içime oturdu (I was devastated, gutted)” cevabını verir. Ancak Avustralyalı futbolcunun bu sözleri tercüme edilmez.
Bu örnekler, Alev K. Bulut‘un Çeviribilim Yayınları’ndan çıkan kitabı ‘Tercüme Hatası‘ndan. Kitap, İstanbul Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Alev K. Bulut’un sadece akademik olarak değil hobi olarak da ilgilendiği basına yansıyan çeviri kazalarının derlemesinden oluşuyor. Bulut’un asıl anlatmak istediği ise çevirmenin kısa yoldan suçlu ilan edildiği bu kazalara içeriden bir bakış sunmak ve ‘çeviri hatası’ deyip geçilmeyecek durumlara ışık tutmak.
İlk iki örnek çevirmenin anında kültürel deyim, atasözü aktaran bir makine gibi görülmesinden kaynaklanıyor Bulut’a göre. Ve bunu sadece şu andaki devlet adamları ya da liderler yapmıyor, hemen hemen her konuşmacıda aynı kanaat hakim. Halbuki sözlü çeviri sürecinin işlevsel bir karar alma süreci olduğunu göstererek bu beklentiyi makul seviyeye çekmek mümkün. Şöyle anlatıyor Bulut: “Bir çevirmenle yarım saat sohbet etseler çeviri sürecinde neyin aktarılıp neyin aktarılmadığının arkasındaki mesleki kararlar konusunda bilgi sahibi olsalar, çevirmenden makine çevirisi gibi düğmeye basılınca gelen düz bir aktarımın olmayacağını anlayabilirler.”
Taraftarlık güdüsü ile sansür koyan çevirmenler…
Futbol örneği ise biraz daha farklı. Spor çevirisinin son yıllarda epeyce ilerleme kaydetmiş olmasına rağmen hâlâ çok yeni bir alan olduğunu söyleyen Bulut, “Bu alanda profesyonelleşme, meslekleşme henüz başlangıç aşamasında. Son yıllara kadar bu alanda çeviri yapan kişiler mevcut takımın taraftarları arasında dil bilen kişilerden oluşuyordu.”
Bu da çevirmenin bazen taraftarlık güdüsüyle bazen de işini kaybetme korkusuyla çevirmesi gereken kısımları ya hiç çevirmemesine ya da değiştirmesine sebep oluyormuş.
Tıpkı Avustralyalı futbolcunun forması ile ilgili düşüncelerinin çevirmen tarafından atlanmasında olduğu gibi. Formasının başka bir futbolcuya verilmesi karşısında kullandığı ‘yıkıldım’ ifadesini çevirmeyen tercümanın motivasyonu çok açık: “Kulüp için hoş bir bilgi içermiyor ve futbolcuyu zor durumda bırakıyor.” Bulut’un ifadesiyle çevirmen bu bilginin kimseye faydası yok diyerek sansür uyguluyor ama futbolcunun duygularını da sansürlemiş oluyor. Ve tabii ertesi gün de çeşitli gazetelerde haber…
Bulut bu noktada İngiltere’den örnek veriyor: “Türkiye’de takımın onaylamadığı bir çevirmeni hiç bir spor kulubüne gönderemezsiniz. Halbuki taraftarlığın yine çok yoğun olduğu İngiltere’de spor ajansları var. Bana ‘çevirmen gönderebilir misiniz?’ denildiğinde bu ajanslar gönderebiliyor.
Çeviri yapanın da takım taraftarı olması beklentisi amatör bir ruhla çeviri yapılmasını getiriyor. Bu noktada işini dahi kaybeden spor çevirmenleri var. Yaptığı şey şu: Teknik direktörün öfkesini dile getiren sözcükleri de çevirmek. Bu kişiye ‘Nasıl çevirip de takımı zor durumda bırakırsın?’ dendiğinde çevirmenlik bilinci olan kişi ‘Ben çevirmenim.’ diyor.
Ama işini kaybetme korkusu ya da taraftarlık duygusu ile bunu diyemeyen çevirmenler var.” Alman teknik adam Bernd Schuster’in bir gazetecinin soyunma odasında hangi dili konuştuğu yönündeki soruya verdiği cevap bu durumun en net göstergesi: “İspanyolca, Almanca ve İngilizce konuşuyoruz. Gönül ister ki, Türk oyuncularla Türkçe konuşalım. Bunu da bir gün yapmak istiyoruz.
Hele bütün kelimelerinizi değiştiren bir tercümanınız varsa.” Bunun kırılmaya başladığı noktalarda profesyonelleşmenin de olacağını söyleyan Bulut, son yıllarda epeyce ilerleme olduğunu söylüyor. Spor çevirmenlerinin sosyal ağlarda kurdukları sanal dernek ve dayanışma grupları bunun en açık örneği.
Bu arada Alev Bulut, sadece futbol çevirmenliğini konu alan yeni bir kitap yazma hazırlığında imiş, şöyle anlatıyor: “Türkiye’de spor çevirmenliğinin özellikle futbol çevirmenliğinin sıkıntısını çekenlerle ve şu anda bu işi yapanlarla röportajlara dayandırmak istiyorum kitabı. Spor kolay bir örnekleme alanı. Ve derslerde bu konuya öğrencinin ilgisinin çok olduğunu farkettim.”
Bulut’u bu zamana kadar karşılaştığı örnekler arasında en fazla şaşırtan vaka ise 1997 yılındaki bir IMF toplantısından: “Koalisyon hükümeti vardı. Ekonomi ile ilgili söylenecek her laf çok önemli idi. İtalyan bir ekonomistin ağzından çıkacak sözlere kilitlenmiştik.
Orada çok basit bir şekilde çevirmene maledilen bir sorun oldu. Sorun konsolidasyon teriminin kullanımı ile ilgili idi. O hassas bağlamda ‘konsolide etme’ veya ‘konsolidasyon’ demese de örneğin para politikasında ‘sağlamlaştırma’ dese bu kez ‘Neden konsolodisyon kullanılmadı?’ diye eleştirilecekti.
Halbuki alıcı kitleye ve bağlama göre bu tip terimsel seçenekler mümkün. Ertesi gün o zamanki hükumet açıklama üstüne açıklama yapmış iki üç gazetede de olay ‘çevirmenin suçu’ veya ‘günah keçisi çevirmen’ olarak yer almıştı.” Çevirmenlerin hatalı olduğu durumların da olduğunu söyleyen Bulut, “Çevirmen de her durumda en uygun kararları alır demiyoruz. Ama her seferinde tek suçlunun çevirmenmiş gibi gösterilmesi doğru değil. Bu bir süreç. Acaba doğru çevirmen doğru yerde mi? Belki de çevirmenin ekonomi ya da politika bilgisi eksik. Bu durumda uzmanlığı olmayan çevirmenin oraya gönderilmesi de hata.” diyor.